26 Nisan 2016

Arthur C. Danto - Sıradan Olanın Başkalaşımı

.
.
.
.

.
.

Sıradan Olanın Başkalaşımı   1981, 1983
Arthur C. Danto
(Çev. Esin Berktaş ve Özge Ejder) Ayrıntı Yayınları, 2012 İstanbul

İçindekiler
Önsöz
Bölüm 1 Sanat yapıtları ve Salt Gerçek Şeyler
Bölüm 2 Bağlam ve Nedensellik
Bölüm 3 Felsefe ve Sanat
Bölüm 4 Estetik ve sanat Yapıtı
Bölüm 5 Yorum ve Tanımlama
Bölüm 6 Sanat Yapıtı ve Salt Temsiller
Bölüm 7 Metafor, İfade ve Üslup


Önsöz

14
[Duchamp] ... sıradan varoluşları olan, yaşamdan alınmış Lebenswelt'in sanat yapıtlarına dönüşümünün ilk zekice mucizelerini o gerçekleştirmiştir. ... bir güzelliğin bulunmasının en zor olduğu yerlerde bulunabildiği uygulamalı görsel örnekler. ... Ancak Duchamp'ın eyleminin bu tür Hıristiyanlık estetiği gösterisiyle ilgili bir vaaza dönüştürülmesi [Aziz Luke, sıradan porselen kase -> beyaz ve parıltılı kase], onun derin felsefi özgünlüğünü gizler ve her durumda böyle bir yorum, estetik boyutları olmasının beklenmediği bu tür nesnelerin nasıl sanat eserine dönüştüğü sorusunu karanlıkta bırakır.

16
...sanatın geleneksel tanımının reddedilemez içi boşluğu... Birdenbire, 1960 ve 1970'lerin gelişmiş sanatında, sanat ve felsefe birbirleri için hazırdır. Birdenbire, aslında ayrı olduklarını söylemek için birbirlerine ihtiyaç duyarlar.


Bölüm 1. Sanat Yapıtları ve Salt Gerçek Şeyler

23
hareket felsefesi

Daha önceki yazılarımda, bilme yetisi ve performans arasında bir özdeşlik beyan etmenin çekiciliğine kapılmadan, eylem kuramı ile bilgi kuramı arasındaki yapısal pariteleri [eşlik, denklik, tam eşitlik, tam benzerlik] kullanmıştım.

Şİmdi, eylem felsefesi alanında, Wittgenstein tarzıyla, kolunu kaldırma olgusundan, kolunun yukarı doğru kalkması olgusunu çıkarttığında geriye neyin kaldığını sormanın yol gösterici olduğu kanıtlanmıştır. Wittgenstein'ın bu para-aritmetik soruya verilenler arasında tercih ettiği yanıtın "sıfır" olduğuna kaniyim. Yani benim kolumu kaldırmam ile kolumun yukarı doğru kaldırılması özdeştir. ... "Ne oluyorsa ben yapıyorumdur." ... kalkan kol kutsama ve tembih arasındaki farkları belirsizleştirmenin yanısıra, İsa'nın sergilerken temsil edildiği varsayılan türden basit bir eylemin aksine, sıradan bir refleks, tik ya da spazm yüzünden istem dışı kalkan bir kolun eylemi ile başka bir tür eylem arasındaki farkları da belirsizleştirir. Temel bir eylem ile salt bir beden hareketi arasındaki fark ile sanat yapıtı ile salt bir "şey" arasındaki farklar birçok açıdan paralellik içindedir.

24
Wittgenstein'ın takipçileri, sonunda eylem alanında yine de geriye bir şeylerin kaldığını fark ettiler. Bu da bir eylemin bedensel hareket artı x olduğu bir formül ortaya koydu ki yapının paritesi gereği buradan da sanat yapıtının maddi bir nesne artı y olduğu başka bir formül ortaya çıkardı. Her iki alanda da problem, sırasıyla x ve y'nin felsefe için saygın bir çözümdür. Erken dönem Wittgenstein çözümü şöyleydi: Bir eylem, bir kural içeren bedensel bir harekettir. Söz konusu çözümün yanıtsız bıraktığı ayrımlardan birisi, faili tarafından içselleştirilmiş ve kuralınca gerçekleştirilmiş sayılması için -pratik ve ikna edici bir örnek vermek gerekirse, işaret etmekteki gibi- yeterince istemli olan bedensel hareketler ile dışardan bunlardan kolaylıkla ayrılamayan, tik ve spazmlarda olduğu gibi istem dışı bedensel hareketler arasındadır.

25
[Kurumsal Sanat Kuramı] Bizi hâlâ, biri sanat yapıtı olan, diğeri olmayan, ayırt edilmez nesnelerle baş başa bırakır.

... bir sanat yapıtına haklı olarak bir ifade denir; çünkü ona, onu yapanın bir duygusu ya da hissi neden olmuştur ve o da aslında bunu ifade eder. O halde bir sanat yapıtı ile bir eylem tam da zihni nedenlerin sıralı düzeni ve bir duygunun ifadesi olmakla, bir niyetin uygulaması olmak arasındaki fark bakımından ayrılır. Kuramın zorlukları da vardır şüphesiz. Sanat yapıtlarını, duyguların ifadesi olan ama sanat yapıtı olmayan bir dizi şeyden -sözgelişi, gözyaşı, ağlama, surat ekşitme- ve bir duygunun içsel ortaya çıkışı, sanat yapıtlarını bir iç geçirmeden ayırt edemeyeceğinden, dışsal bir işaretin aranması anlaşılırdır. Ancak ... dışsal bir işaret olamaz. Ayırt edici özellikler ne içsel ne de dışsal olduğundan, Wittgenstein'ın başlangıçtaki tepkisinde dile getirdiği sanatın tanımlanamaz olması gerekliliği görüşüne ve (üzerine daha çok düşünülmüş olan tepkisinde daha sonraları dile getirdiği) bir tanımın kurumsal faktörler tarafından kotarıldığı iddiasına sempati duymak kolaydır. Ancak en azından ayırt edilemezlerle kuşatılmış hiçbir şeyin, iyi bir sanat kuramı -ya da herhangi bir konudaki iyi bir felsefi kuram- için uygun zemin olamayacağını görebilmiş olduk.

26
J. ...  bir ayna sergiledi. Sanat dünyası bu türden bir olaya hazırlıklıydı ve bunun bir sanat yapıtı olup olmadığı sorusu kışkırtılmadı. Ancak bu aynayı, neyin bir sanat yapıtı yaptığı sorusu felsefi açıdan önemsiz değildir.

27
"Sanat yapıtı" ne türden bir sıfat ki kendini sanat yapıtı olarak kabul ettirebiliyor.

29
Sartre öznenin bilincinde hallerinin doğrudan ve dolaysız türden bilgisini, öznenin nesnelere dair bilgisinden ayırır. Her ne kadar nesnelere dair bilgimiz de onların bilincinde olmayı gerektirirse de, kendimizin de bir nesne olduğunun ve neticede dünyada bir şey olduğumuzun bilincinde olmadan onların nesne olduklarının, dünyamızın şeyleri olduklarının bilincindeyizdir. Kendi kendinin bilincinde bir bilinç, Kendi-için (Pour soi), kendisinin bir "kendilik" olarak ve bilincinde olduğu nesnelerden biri olmadığının bilincinde olan bir varlıktır. Böyle karakterize edildiğinde, Pout soi'nin içsel yapısı kendi kendini herhangi bir nesne olarak kavramaya izin vermez zira salt şeylerin ait olduğu ontolojik düzenden radikal olarak farklı bir düzene aittir.

30
Platon, ... mimetik sanatın tehlikeli olduğunu öne sürmüştür... bu tür sanatın gerçeklikle arasında garip bir mesafe vardır. Burada Platon'un gerçeklikten kastı, esasen formlar olarak adlandırdığı gerçekliktir. Sonuçta sadece formlar gerçektir; çünkü onlar değişikliğe kapalıdırlar. Şeyler gelip geçicidir, şeylerin birer örnekleri olduğu formlar gelip geçmez -mutlaka örnekleri azalıp çoğalabilir- ancak formların kendileri bu örneklerden bağımsız olarak varolmaktadır. Dolayısıyla Yatak formu marangozlar tarafından çalışılarak bu genel formdan pay alan tekil yataklardan ayrı tutulmalıdır. Bu yataklar yataklıklarını adeta bu formdan pay aşmalarına borçludur ve bu durum onları örnekleri oldukları formdan daha az gerçek kılar. Yatak taklitleri ise, yatağın örneği dahi sayılmazlar: Bunlar sadece yatakmış gibi görünür, görünüşün de görünüşü olmalarıyla gerçeklikten iki derece uzaklaşmışlardır; böylece ancak en düşük ontolojik statüde yer alırlar. Ancak sanatçıların yaptıkları sanatseverlerin ruhlarını gölgenin de gölgesi sayılacak şeylerle okşayarak onların dikkatini sadece gündelik nesneler dünyasından uzaklaştırmakla kalmayıp aynı zamanda bu gündelik nesnelerin dünyasını anlaşılır kılan ve daha derin bir alanı oluşturan formlardan da uzaklaştırır. Felsefenin amacı tam da bu yüksek gerçekliğe dikkat çekmektir.

32
O halde sanata bakışımızı ... en ilkel hale getirelim... taklit ile gerçeğin arasındaki boşluk / sanat ile yaşam arasındaki boşluk...

37
Belli bir eylemin ardından "niyetim bu değildi" gibi bir ibarenin geldiğini düşünelim. Bu ibare bahsettiğimiz eylemi niyetle yapılmış olan benzer bir eylemin uyandıracağı değerlendirmeler ve tepkiler çerçevesinden uzaklaştırır. Aynı etkiyi şu ibareler de yapar: "Sadece şakaydı" veya "sadece bir oyundu" veya "sadece eğlence olsun diye" veya sonuçta "bu bir sanat yapıtı". O halde bir sanat yapıtı olduğu halde tıpkı bir yatağa benzeyen çünkü gerçekten bir yatak olan J.'nin yatağı hakkında ne diyeceğiz? J. bize buyrun yatın, hiç sakıncası yok vs. demektedir. Biz ise ihtiyatlı bir şekilde teklifini kabul ederiz, ihtiyatlıyızdır; çünkü yatakları nasıl kullanacağımızı çok iyi bilsek de aynı zamanda sanat yapıtı olan yataklarla ne yapacağımızdan hiç ama hiç emin değilizdir. Zaten alelade bir yatakla ilgili böyle güvenceler vermek epey şaşırtıcı olurdu. Her halukarda oyunlar, büyüler, rüyalar ve sanat, kavramsal olarak birbirine çok yakın olup dünyanın dışındadırlar, dünyaya tam da bizim incelemeye çalıştığımız türden benzer bir mesafede dururlar.

38
[temsil] [Nietzsche, Tragedya'nın Doğuşu] [Dionizyak ayinler] [katılımcıların sarhoşluk ve cinsel oyunlar yoluyla kendilerini Dionisos'la bağdaştırılan bir coşkunluk haline soktukları orji-vari etkinlikler] [ölçüsüz cinsel ahlaksızlıklar; en korkunç vahşi içgüdülerin salıverilmesi; şehvet ve zalimliğin birleştiği nokta] Amaç kısaca rasyonel yetileri ve ahlaki engelleri köreltip benlikler arasındaki sınırları yıkarak tanrının kendisini katılımcılara göstereceği doruk noktasına ulaşmaktı. Her seferinde tanrının gerçekten orada olduğuna inanılırdı, bu da temsilin ilk anlamıdır. Belli bir zaman sonra bu ayinler yerlerini sembolik mizansenlerine, yani trajij dramaya bıraktılar. Sonradan koroya dönüşecek katılımcılar ayinin gerektirdiği hareketleri yapacaklarına dansı taklit ederek bir tür bale yapmaya başladılar. [Dionisos'un yerine çıkan temsili bir kişi] ... temsilin ikinci anlamı... Bir şeyin temsil edilmesi başka bir şeyin yerine geçmesidir...

[temsilin iki anlamıyla görüntünün iki anlamının benzeşmesi] Görüntünün birinci anlamı, nesnenin kendisinin görünmesidir. ... İkinci anlamı ise, ... görüntüyü gerçeklikle kıyasladığımız ve örneğin güneş olduğunu sandığımız bir şeyin aslında "sadece bir görüntü", mesela güneş benzeri bir biçim, bir parça ışık çıkması durumunda oluşur. [Ayindeki Dionisos birinci, trajik mizansenlerdeki Dionisos ikinci anlamda görülür.

43
Niyet edilen gerçeklik derecesi ne kadar büyük olursa, bunun gerçeklik değil sanat olduğunu hatırlatan dışsal işaretlere duyulan ihtiyaç da o kadar büyük olur. Yapıtın gerçekçiliği azaldığında, bu tür bir ihtiyaç da azalır. ... Tiyatroyu sokağa taşıdığımızda da aynı durum geçerlidir. Bu insanların gerçek eylemler içindeki gerçek insanlar değil rol yapan aktörler olduğunun, izleyiciler açısından çok açık olduğuna güvenmek gerekir. Maske, özel kostüm, makyaj, karakteristik tonlamalar ve benzeri araçlara duyulan ihtiyaç bu sebepledir.

45
... sanat, tam da olanaklı olana benzemesi bakımından, taklittir. Bu bir anlamda Sokratizm ise de Republic'in 10. kitabında Sokrat tarafından sorulan şu soruyu karşısında bulur: Sanatın, içsel içerik bakımından yaşamla arasındaki farkın belirmesine engel olacak kadar ona benzer olanı barındırmasının anlamı nedir? Halihazırda sahip olduğumuz bir şeyin kopyalanması, hangi iyiye ya da ihtiyaca yanıt verir?

50
Sanatta devrimlerin, ... iki uç arasındaki -aşırı gerçekçilikten, aşırı gerçekçiliğe- salınımlar üzerinden betimlendiği düşünüldüğünde, hangi yöne gidersek gidelim, ikilem kaçınılmaz gibi görünüyor. ... bir sanat kuramını neyin üzerine oturtacağız? ... Buraya kadar elimizdeki tek şey, bu diyalektik komedinin kendi kendini sahnelemesine izin verilen uzamda tanımlanan "adetler"di. Bu doğal olarak bir sonraki yanıtı gündeme getiriyor ki o da sanat ve gerçeklik arasındaki farkın salt bu adetlerle ilişkili olduğu ve adetler neyin sanat yapıtı olmasına izin verirse onun sanat yapıtı olduğudur.

... "sanat yapıtı olmak" onurlu bir yüklem midir?


Bölüm 2.  Bağlam ve Nedensellik

53
... herhangi bir şiirin basılı olduğu bir kitabın bir kopyasını yakabilirim, ancak bunu yaparak şiiri yakmış olmam zira sayfa zarar görmüştür şiir değil.

[Platonik form] ... kopyaları zarar görse de form etkilenmeden kalır, zira form mantıksal olarak yıkılamaz olandır; çünkü ebedidir... Çoğu zaman şairler ve filozoflar sanat yapıtının fiziksel varlığı ile ilişkisini yüzeysel olarak düşünmüşlerdir.

hamlet'i oynayan adama olgun bir domatesle vurabilirim ama Hamlet'e vuramam... [Yeats] "Bir kere doğanın dışına çıkınca bir daha asla girmeyeceğim/Doğal olanın formuna" ... Schopenhaeur da sanatı benzer şekilde yüceltir... "Sanat deha işidir" diye över ve ekler: "saf tefekkür ile kavranan dünyadaki fenomenler arasındaki en özsel ve kalıcı olan ebedi düşünceleri tekrarlar ve üretir." Bütün bunlar övgü dolu kuramlardır ve ironik şekilde sanat yapıtlarına tam da Platon'un formlara kıyasla sanat yapıtlarında mevcut olmadığını iddia ettiği birtakım muhteşem özellikler bahşetmektedir. Ancak şimdi sadece, bir şarkının kayıtları ile arasındaki ilişkinin, bir hava raporunun kayıtları ile arasındaki ilişkiyle aynı olmasına tekrar dikkati çekmeye değer. ... bütün bu kavram kargaşası... tümeller tartışmasının basit bir tezahürüdür. ... Leibniz'e ait bir kurama göre eğer iki şey tıpatıp aynı özellikleri taşıyorsa özdeştir. ... [Borges] bakışlarımızı şeylerin yüzeylerinden kaydırmaya ve belirgin sanat yapıtları arasındaki farkların, eğer yüzeyde değilse, nedere olduğunu sormaya zorlar.

55
[Menard,'ın Kişot'u ile Cervantes'in Kişot'u]

66
... Picasso, sıradan olanı başkalaştırmakla ünlüdür.

68
apropos de rien    Hiçbir şeye göndermede bulunmadan.


Bölüm 3.  Felsefe ve Sanat

75
... sanat ve felsefeyle alakalı diğer şeylerin kesiştiği noktalarda filozof, sanattan tam da kendi dertlerine uygun olanları seçerek sisteminin tüm yükünü bunlara taşıtmaya meyleder.

76
Sanat aslında Hegel'in, tinin kendi kendinin bilincine yönelimini ortaya koyan tarih öğretisinde açıklık kazanır. Sanat, tarihin bu kurgusal seyrini kendi kendisinin bilincine dönerek tekrar eder. Sanatın bilinci, sanatın düşünümsel olmasındadır ki bu da felsefeyle ilişkisine dayanır. Zira bu, felsefenin de bilincidir.

77
Wittgenstein'a göre, Tractatus'ta saçma olarak damgalanan felsefe, her zaman sorunlu olmuştur; çünkü kendi önermelerinde -onlara önerme denebilirse- dünyanın nihai temsilinde yer bulamamaktadır. Önce amaçsız sonra da nihayet Felsefi Soruşturmalar'da saçma damgasını yemesinin sebebi, sözlerine yaşadığımız hayatların formunda yer bulunamamasıdır.

78
... Wittgenstein'ın tezi bir sanat tanımının yapılamaz dahası yapılmasının gereksiz olduğu yönündedir.

83
... sanatsal istikrar dönemlerinde sanat yapıtı olanları tümevarım yoluyla tanımış ve elimizde son derece tesadüfi bir genellemeden başka bir şey yokken bir sanat tanımımızın olduğunu düşünmüş olabiliriz. Weitz ve Kennick kendileri de bir şeyin, genellemeleri tepetaklak ederek sanat dünyasına girebileceğini hatta gerçekten sanat yapıtı olabileceğini ve sanatta genellemelerin olamayacağını -sınırlarda sanatın her zaman devrim yapması olanaklı olduğundan- kabul etmiştir: Bugünün genellemesi, yarın unutulmuş olacaktır.

99
Felsefenin olmadığı kültürlerde gerçekliğin temsili, tutarsız semantiğinden emin olmak adına arındırılmış Tractatuscu bir dil olurdu. Üyeleri tabii ki dünyayı temsil edebilirlerdi ve kesinlikle bir tür doğa bilimleri olurdu. Ancak felsefeleri olmazdı zira felsefe gerçekliğin, onu elde etmek için, bir tür mesafede tutulmasını ve dolayısıyla da bir tarafında gerçekliğin, diğer tarafında da evrensel olarak ona karşıt olduğu düşünülen başka bir şeyin yerleştirildiği bir aralık gerektirir.

102

Bir sınıf olarak sanat yapıtları "başka her anlamda" gerçek de olsalar, gerçek şeylerle karşıttır, tıpkı kelimeler gibi.


.
.
.
.

25 Nisan 2016

The Hit - 1984

.
.
.
.



The Hit, Stephen Frears, 1984

00:58:08,355 --> 00:58:32,213

Sana bir zamanlar okuduğum bir
şeyi söyleyeyim, Myron.

Anlaşılan ölümden sonra
insana olanlar...

...ölümden önce olanlardan
pek farklı değil.

Fiziksel olarak söylüyorum.

Hepsi aynı sürecin bir parçası.

Biliyor musun?

Eğer her şey hep aynıysa,
o zaman endişelenmemelisin.



(Not: Film öyle aman aman bir şey değil; şu tavsiye etmek denen şeyi asla yapmıyorum. Sadece, filmde geçen bu sözler beni şaşırttı. Çünkü aynı şeyleri, aynı sözcüklerle daha önce telaffuz etmiştim. Sadece bu...)

.
.
.
.